24 Eylül 2011 Cumartesi

22 Eylül 2011 Perşembe

.the near distant, the distant near

Elinizde olmadan öfkelendiğiniz, kızdığınız, bağırıp çağırmak istediğiniz; bazen de sarılmak, birlikte olmak ve gülücüklere boğmak istediğiniz insanlar, anlar olur ya. Evet, fazla çocukça gelebilir ancak ne yapalım zaten 17 yaşındaki insan aklı başında olur mu ki? İşte şimdi o andayım. Şimdi sana yakınım. Dün uzaktım, bir altı saat sonrası için ise belirsizim. Kadran bir tık ilerlediği her an yeni bir duygu zincirlemesine sürüklüyor beni. Üzülüyorum; işin kötü kısmı yakın hissettiğim anda gideceğim gerçeği. Ne kadar ironik değil mi? Kararlarım bile en dengesiz anlarda dönüp gafil avlıyor beni.


Bitti , dediğin zamanda biter mi gerçekten her şey? Çivi çiviyi söker mi sahiden? Bence sökmez, iki yanlışın bir doğru etmediği gibi. Elde iki mutsuz insan varken birini daha mutsuzluğuna ortak etme lüksüne sahip değilsin, olmamalısın. Bak yine uyuyamadım işte. Yaşamsal fonksiyonlarımdan hiç mi hiç memnun değilim ama nafile. Tüm gününü bir kase çorbayla geçiren tipler olur ya; onlara benzedim iyice. Aslında ben seni çorba gibi sevdim. İçini ısıtmanı istedim. Ne var insanlar çorba gibi sevemez mi? Bence gayet de mantıklıydı hani.


Şakaların acıtırdı çoğunlukla beni. Çekilmez bir insan oluverirdim. Elimde değildi. Nevrotikliğim burdan gelirdi belki. Şimdi içimde olayların trajikomik taraflarına aldırmadan gitmem gerektiğini sindirmeye çalışıyorum. Hiçbir şeyin farkında değilmişim gibi davranmak en iyisi. Ne de olsa varış noktasındayken her şeyin farkında olacağım.


Mutsuzluk her daim var olan bir duyguydu. Yalnızlık, yeni yeşermekte.
Yeni bir şehir, yeni bir yuva, yeni kararlar.. Farklı bir hayat.
Ne çok bekleyenim varmış aslında. Benim mutsuzluğuma ne derler acaba?




Begbie..*