14 Aralık 2011 Çarşamba

.rubik's cube

İnsanın kendi kritiğini yapmaya çalışması gerçekten büyük sıkıntı. Ne kadar tanımını becerebilse bile sonuç çözüm üretmeye geldiğinde veya uygulamaya çalışmaya yapılması çok elverişli durmuyor, bu da sırf kendi bencilliğimizden. Kararsızlık bir yere kadar denilen zamanlarda bile susmak neyi gösterir? Tepkisiz kalmak istemezken hem de..


Hani bırakıp da gidemediğiniz anlar olur. Bir şeyler yapmanız gereken, bunu düşündüren, sizi buna iten. İşte bu zamanlarda bile, halen donuk kalabiliyorsanız gerçekten yaşadığınızı sorgulamalı mısınız? Hisleriniz, uzun zaman önce terk etmiş midir sizi? Sorular kafanızı kurcalarken, bunca boş bakışlar niyedir?..


Konuşmanın bir yerinde; kendi doğanın nasıl olduğunu açıklamaktan bıktığında, anlamlar yüklemenin anlamana yardımcı olmadığını karşındakine anlatmaya çalışmanın eline bir şey geçirmeyeceği gerçeğini nasıl daha açık bir şekilde ifade edebilirsin ki? Durumlar hep aynı, yalnızca izah etmeye çalıştığın kişiler farklılık gösterirken olayın ironik yönünü mü düşünmelisin; yoksa işin içinden nasıl çıkacağını mı? Er ya da geç yanından kaçacakları gerçeği her ne kadar moral bozucu olsa da kimse Rubik Küpü misali birisini çözmeye uğraşmadı, uğraşmaz.


Sosyal ilişkilerinde bu kadar zıtlığı barındıran bir kişiyi daha bulabileceğimi sanmıyorum. İşin kötü tarafı ne yapılabileceği hakkında bir fikir de yürütemiyorum. Bunun birilerinden kalan bir lanet olduğuna inanmak gerçekten acizlik midir? Bir şeyler artık aleni bir şekilde ortadayken neydi benim suskunluklarım? Sorumluluklardan kaçmak mıydı, “o”ndan kaçmak mıydı?.. Yoksa kaçanın ben olmadığım gerçeği miydi? Gerçekler bu kadar değişken bir haldeyken, kendi doğrularımızın ve yargılarımızın ne gibi bir önemi olabilirdi ki? Yalnızca bu kadar komplex biri olmamayı dilerdim. Hüzünlerimi bile sınıflandıramaz oldum..


Kırılganlıktı sanırım tek derdim. Ne karşımdakileri üzmek, ne huzurunu kaçırmak ya da güvenini yıkmak.. Bazı şeylere karşı sırt çevirmek değildi benimki, altında yatan sebebi anlamadan kaçmak olarak nitelendirilmemeliydi. Kendini düşünmek bu olmamalıydı çünkü kararsızlıklarımın başlıca sebebi; kimsenin incinmesini istememekti, benim gibi.





Begbie..*


10 Kasım 2011 Perşembe

.now and then

Bazen küçük, mutlu, aptal olan kız benim. Bazen kimseye zararı dokunmayan, kendi halinde, kolay kandırılabilen. Bazen saflık boyutunda olamayacak kadar salak ve çoğunlukla kararsız. Bunların sonucunda koskocaman bir güven problemine sahip olan da benim. Ben kim miyim? Sokakta gördüğünüz zaman üstte saydıklarımın hiç birini beklemediğiniz şahısım. Belki hep mutlu olduğumu düşünmüşsünüzdür. Sorarım size her daim mutlu olmak mümkün mü? Bence değil. Üzgünüm; insanlar kırıcı, insanlar kırılgan.. Bunları bildiğinizi ben de biliyorum elbet. Benimki paylaşma isteği yalnızca; halen kaybettiğim huzuru bulmuş değilim de. Kim bilir nerede uykuya dalmıştır, bensiz.

Hani bir şeyi çok istersiniz. Sonucunu bilirsiniz; ama ortasını göremediğiniz için bir belirsizlik içinizi kaplar ya, “ acaba? “ lardan oluşan. Zihninizi kaplar, bulandırır.. Hiçbir sonuca vardırmaz. Şartlar, şahıslar, zaman.. En başta zaman, her şeye karşıdır ya hani. Denemek için bile yorulmuşsunuzdur kimi zaman. İnsan denemekten yorulur mu? Sonucunu değiştirmeyeceğini bildiği için, belki. Arzular, bazen hiçbir anlama gelmez. Bazı şeyler önünü alamadığımız mutsuzlukları beraberinde getirir.

Fazla düşününce, alacağın sonucun süresini hızlandırmıyorsun. Yalnızca kendi sorunlarını genişletip, kendini yormuş oluyorsun. Yalnız böyle dediğime de bakmayın, ben aksini beceremeyenlerdenim.

Kararsızlıklarım önüne geçemediğim su götürmez bir gerçek. Aslında kim olduğuma dair, beni anlatacak bir kaç kelimeye bile sahip değilim. Henüz kendimi ifade edemezken, insanların benden karar vermemi beklemeleri oldukça yersiz ve gereksiz. Sıkboğaz etmekten başka bir şeye yaramıyor doğrusu bu da ters tepki yaratıyor anca.
Evet, tam olarak dürüstüm demiyorum ama yalancı değilim. Bazı şeyleri göz ardı etmek tamamen farklı bir olay. Duygularımı anlatamamamın bir sebebi de kafamdaki sorular, şahıslar. Ya da daha açık davranmam gerekirse tek bir şahıs. Her şey “ o “ nda bitiyor gibi görünmüyor olabilir; ancak ne yazık ki öyle. Öyle bir çıkmazdayım ki, tüm çıkışlara geç kalmış durumdayım.

Ufacık, minicik kalıp; her şeyi arkamda bırakmak isterdim. Anlaşılan o ki; halen becerikli olduğum özellikleri keşfedebilmiş değilim. Arkadaşlık, dostluk belki.. Onun içinde insanların bahanelerini ardında bırakmaları gerekmekte. Zor değil ancak bu da göreceli. Benim için zor değil; senin için güç bela başarılabilir..

Bir süredir ne hissettiğimi tanımlayamaz haldeyim. Anlaşılan o ki; olan biten her şeye yabancılaşmışım. Nedendir bilinmez donuk bir halde bir şeyleri yürütmeye çalışıyorum. Tek ve belli bir isteğim mevcut, bunun dışındakiler fotoğrafın flu kısmını oluşturmaktan başka bir şey ifade edemiyor. İstiyor muyum derseniz, evet hayatımda bir farklılık arayışındayım ama bunun öncesinde bir yerlerden devam edebilmek istiyorum. Becerebiliyor musun derseniz; eğer öyle olsaydı sizce bu yazıyı yazar mıydım?


Begbie..*

24 Eylül 2011 Cumartesi

22 Eylül 2011 Perşembe

.the near distant, the distant near

Elinizde olmadan öfkelendiğiniz, kızdığınız, bağırıp çağırmak istediğiniz; bazen de sarılmak, birlikte olmak ve gülücüklere boğmak istediğiniz insanlar, anlar olur ya. Evet, fazla çocukça gelebilir ancak ne yapalım zaten 17 yaşındaki insan aklı başında olur mu ki? İşte şimdi o andayım. Şimdi sana yakınım. Dün uzaktım, bir altı saat sonrası için ise belirsizim. Kadran bir tık ilerlediği her an yeni bir duygu zincirlemesine sürüklüyor beni. Üzülüyorum; işin kötü kısmı yakın hissettiğim anda gideceğim gerçeği. Ne kadar ironik değil mi? Kararlarım bile en dengesiz anlarda dönüp gafil avlıyor beni.


Bitti , dediğin zamanda biter mi gerçekten her şey? Çivi çiviyi söker mi sahiden? Bence sökmez, iki yanlışın bir doğru etmediği gibi. Elde iki mutsuz insan varken birini daha mutsuzluğuna ortak etme lüksüne sahip değilsin, olmamalısın. Bak yine uyuyamadım işte. Yaşamsal fonksiyonlarımdan hiç mi hiç memnun değilim ama nafile. Tüm gününü bir kase çorbayla geçiren tipler olur ya; onlara benzedim iyice. Aslında ben seni çorba gibi sevdim. İçini ısıtmanı istedim. Ne var insanlar çorba gibi sevemez mi? Bence gayet de mantıklıydı hani.


Şakaların acıtırdı çoğunlukla beni. Çekilmez bir insan oluverirdim. Elimde değildi. Nevrotikliğim burdan gelirdi belki. Şimdi içimde olayların trajikomik taraflarına aldırmadan gitmem gerektiğini sindirmeye çalışıyorum. Hiçbir şeyin farkında değilmişim gibi davranmak en iyisi. Ne de olsa varış noktasındayken her şeyin farkında olacağım.


Mutsuzluk her daim var olan bir duyguydu. Yalnızlık, yeni yeşermekte.
Yeni bir şehir, yeni bir yuva, yeni kararlar.. Farklı bir hayat.
Ne çok bekleyenim varmış aslında. Benim mutsuzluğuma ne derler acaba?




Begbie..*


22 Haziran 2011 Çarşamba

.misery

Kapalı kutular ardına gizlenmiş korkularımız gün yüzüne çıktığı zaman her şey için çok mu geç kalınmıştır? Acı, somut halde katlanılabilirliği olan bir duygu oysa. İçimizde bir yerde gerçekliğini kanıtlayamayacağımız bu hissi nasıl tarif edebiliriz ki?


Geriye baktığımda, kimsesiz cümlelerinin ardından gizlenenleri ve daha fazlasını bilmek isterdim. Tıpkı çehrende saklı olan tüm ifadelerini ezberlediğim gibi.

Alfabem olmanı, tüm noktalarına aşina olabilmeyi, bir araya geldiğimizde anlamlar yüklenmeyi isterdim.


Olmadı.


Olamazdı da zaten. Henüz senin için bir mana yüklenememişken benimki yere çakılmaya mahkûm bir kuşun boşa kanat çırpınışlarından ibaretti.


Ne var ki zaman önüne yüklediği gibi parça parça savurdu hepimizi.

Kutularımız açıldı, yüzleşmeye başladık birer birer gizlerimizle.

Kimilerine güzel bahaneler açığa çıktı, kimileri olduğundan da fazla ifadesizleşti.


Açıklamaların havada uçuşması beklenilirken, birbirimize donuklaştık. İçimize kapandık, belki de gerek duymadık.


Yitirilenler adına umarsızca davranışlar sergilemek istemezdim; ancak beceremedim. Birazcık inansaydım belki değişirdi ama hep belkiler de saklı kaldı gelecek. Yaşanılan hayat kırıklıkları tüm inancımı aldı, götürdü.

Sarılışında bir daha bırakmayacağını hissetmek isterdim, dokunuşunla yeniden doğmayı..

Boşlukta asılı kalmakla yetindim.





Begbie..*


1 Haziran 2011 Çarşamba

.wry

Güven, onlarca kirişten oluşan bir gökdelen gibi içimizde bir yerlerde. Her zaman orada ve orada kalacak olan belki de. Çevremizdeki inandırıcılık potansiyelleri yüksek olan birçok insandan kaynaklı depremlere maruz kalsa da toparlanmaya çalışan, ayakta kalma güdüsünü kaybetmeyen duygumuz.


Frekansımızda neysek, hayatta da oyuz birçok görüşe göre en azından. Hangi olumlu - olumsuz dalgaları yayıyorsak, o gruptan insanları çekiyoruz. Tıpkı birer mıknatıs gibi ve evet, genellikle sonunda demir gibi sağlam olan hep karşı taraf oluyor.


Farklıyı arıyor olsak da, bu ruh haliyle zor görünüyor. Ani çöküntülere maruz kalabilecek kadar kırılganızdır, kim bilir. Bir yerlerde kendimi salak gibi düşünmemi engelleyecek biri varsa da ona selam olsun. Çok geç kalmış olabilir, birçok insan gibi hislerimi aldırmaya az kaldı.


Hayatta kaybetmek istemiyorsan, anlayışlı olmayacaksın. Gerçi neye göre, kime göre kaybın o apayrı mevzu. Diyecek söz bulamadığın zamanlar olur ya hani. Şaşırırsın. Daha kaç defa aynı hayal kırıklığını yaşaman gerekecektir acaba? Daha ne kadar incinmen gerekir unutmamak için?

Belki de unutmaya çabaladığındandır. Bunu da becerememişsindir.


Yapmayacağını düşündüğün şeyleri, yapmaya başladığın zaman ters giden bir şeyler var demektir. En kötüsü samanlıkta iğne aramanın bile, nedensiz çöküntülerin sebebini bulmaktan daha kolay olduğunu bilmektir çoğu zaman.


Sorunlar, bitmek bilmez. Zamanımız az.


Sıkıntı, artık şaşıramayacak kadar buruk olmamda.




Begbie..*


19 Nisan 2011 Salı

.so, what's next

Yalnızca somut zıtlıklarda karşılaşılmaz, ikilemlerle.
Tek bir nedende bile bulabilirsin çoğu zaman karmaşık ruh halini.
Hatta büyük olasılıkla tek bir şıkka indirmek de bu seçenekte daha zor gelir. Elinde kalacak olan büyük bir hiç ya da var olandır çünkü. Hoş değil hem de hiç hoş değil.


İnsanlar ve belirsizlikleri, ayrılmaz ikililerin başında gelmekte. Ne kadar ufak ya da büyük olsalar da değişmeyen tavırlar vardır. Bu da onlardan biri. Denge, mükemmelliğin kefili. Tutarsızlık tam bir karmaşa. Aman almayayım. Borçlu kalmaya razıyım, karışıklığa mahal yok.


Çok fazla yarım kalıyoruz, yarıda kalıyoruz. Sonunu merak ettiğimiz ancak tamamlamaktan usandığımız deli olaylar var. Bazen çabalarımızın anlamsızlığını sindirip yine de devam ettiğimiz bazen de üzerimizdeki rehavet sonucunda parmağımızı bile oynatmadığımız oldukça çok mesele var, çoğunlukla yarım kalan..


Yırtılması kolay, kesiği can yakar kâğıtların. İstemediği halde insanlar, hikâyeler çoğu zaman duygular tarafından tecavüze mahkûmdur. İzler kalır karşılıklı. Belli bir forma sokmaya çalışsanız da nafile. Düşünceler havada asılı kalamaz artık. İmgeler karmaşık. Cümleler kısa. Benim ağzımdan çıkmadı hiçbir zaman. Kelimelerim kalemimin ucunda saklı. Henüz yaşamadıklarımız. Çoğunlukla yalnızlıklarımız. Ondan çok şey öğrendim ama sözcükler her daim derinlerdeydi. Ben hep savruldum.
Sokrat’ın maiotik yönteminden daha iyi ne anlatabilir ki?
Benimkiler 44 + XXX kimlikli. Dibine kadar dişiliğe boğulmuş harflerim, kalıbı bozuk yalnızca..


Yalın-ız. Ne kadar inandırıcı? Basit, sade, gerçek, uzak, sen. Aklıma yoksunluk takılır. Bunların her biri bir çemberin noktalarını oluşturmakla hükümlüdür; ancak sorun merkezinin bulunamaması. Çözüm yolu yok gerçi dert değil. Neyimiz sonuçlanmış? Neyimiz tam ki?


Umursamazlık; başarısızlığında sandığımızdan çok daha fazla bizi incitebilecek tek şey belki de. Yolunda gitmeyen durumlar ortaya çıktığında başvurabileceğimiz bir çıkış yolu çoğu zaman. Hislerimizden kopup giden insanlığımız..

Sabır uzun zamandır bir erdem ifadesi değil; sizi kandırmışlar bunca sene. Bir iş ne kadar çabuk sonuca bağlanırsa – iyi ya da kötü – o kadar hayatına kolay devam etmene yardımcıdır. Aceleci davranmak değil benim derdim. Yalınlık ve ardında getirdikleri mühim olan.



Peki, sırada ne var?




Begbie..*

4 Nisan 2011 Pazartesi

.i read a man that changed my life

Küllerinden doğan bir kuş, Anka. Biraz ben; belki biraz da sen.

Yıkıntılar arasında kendimi bulmaya çalışırdım, bu sefer olmadı. Sadece ben değildim, bu enkazı paylaşan. Hayaller, umutlar çok uzak şimdi. Yerine bir yorgunluk edası almış, bırakmıyor yakamı. Yaşlandım diyorum. Henüz 17 yaşındayım ama ruhum çıktı, gitti bedenimden. Nereye ise, kim bilir? Ben onun gibi olamıyorum. Sonunu göremediğim yerlere başımı alıp gidemiyorum. Ancak hep var içimde bu terk etme arzusu. Çok yakında, simasını ilk kez gördüğüm biriyle aramda ufak bir konuşma geçecek, elime huzura çeyrek kala biletlerinden bir çift verecek. Benimkisi kesildiği an diğeri yok olup gidecek. Belki de bir başıma adını bile bilmediğim bir yeri mesken edineceğim. Geride bıraktıklarıma arkamı dönüp bakar mıyım? Kim bilir.. Sen bakmamıştın.

Şimdilik bunlar yalnızca birer ütopya

Yeniden hayata bağlanmayı çok düşündüm. Çevreme yabancılaşmasaydım belki başarabilirdim. Dostlarım (!) bile benden yana değil ki. Elim kolum bağlanmış. Kendinizi bir yere ait hissetmediğiniz zamanlar vardır hani. Bu sefer buhranımı da adlandıramaz oldum. Sürekli aynı ortamdan, aynı muhabbetlerden bir tek ben mi bıkmışım yani. Hala nefes almamı istiyorsanız; boş sohbetlerinizi kendinize saklasanız ya.

Yapmanız gerekeni hatırlatayım: Kendinizi tekrarlamaktan vazgeçin! Yeni hiçbir şey yok.


Siz kaçmadığınız sürece peşinizi bırakmayan huzursuzluk güdüsü, insan ilişkilerinizi etkilemeye de başladıysa hele büyük sıkıntı. Birden bambaşka çekilmez bir insan olabiliyorsunuz. Aslında altında yatan sebep yabancılaşmanız ise bu kendinize mi yoksa çevrenize karşı mı? Ya da her ikisi de mi? Bunun nedeni o mu yoksa ardında bıraktığı izler mi?

Alice: Where is this love? I can't see it, I can't touch it. I can't feel it. I can hear it. I can hear some words, but I can't do anything with your easy words. “



Bütün cevapsız sorularımı sana mal edebilirdim. Tüm güvensizliklerimi sana bağlayabilirdim. Bunları yapsaydım belki büyümeden kalabilirdim. Ancak isteğim bu yönde değildi.

Yalnızca bazı sorunlarımın cevabı olabilirdin. Onda da açıklamadan ziyade bırakıp gitmenin daha kolay olduğu aşikârdı.

Bazı şeyler havadaki toz zerrecikleri kadar önemsiz olabilir. Bilmeni isterdim kader çoğu zaman hoşlandığımız şeyleri karşımıza çıkarmaz. Mesela senin arkadaşınla beni karşılaştırmadığı gibi..





Begbie..*

3 Mart 2011 Perşembe

.vague

Uzun bir zaman sonra huzur doluyum. Bunun içimi dökmemle bir alakası da yok hatta. Tahminime göre biraz öncesinde gerçekleşen bir olay olabilir. Sıkıntımı atmamla rahatladığımı ve sözcüklerin dilimin ucundan kayıp gitmesine izin verdiğimi düşünüyorum. Çok doluydum, çok fazla sorum olduğunu düşünüyordum. Oysaki hiçte öyle olmadı. Ben söyledim, o bağırdı çağırdı. Hayal kırıklığını gözlerinden anlayabilirdiniz. Yapılabilecek bir şey yoktu artık. Ucu açıkta kalan sorularım da yoktu. Boşa kürek çekiyordum, dinlenmiyordum. Sinekten tek farkım aldatılmamdı. Ben rahattım en azından içim rahattı. Başta da söylediğim gibi anlatmamla alakalı değildi elbet. Ama iyiydim.

Söz oyunlarından hoşlanmam. Belirsizliklerim kendim içinde geçerlidir yalnızca. Ben hiç susmak istemedim. Zaten yeterince susmuştum. Sözcüklerimin yetmediği zamanlarda, susarak anlatmaya çalıştım bir çok şeyi. Pek başarılı olduğum söylenemez bu durumda. Her daim çocuktum sanki. Şimdi hangi dönemi yaşadığımdan bile emin değilim. Ruhum bütün o girdaplardan sağ salim çıkabilmiş miydi? Yaralarım ne kadar derindi? Artık bunların bir önemi yoktu. Çünkü onun hakkında iyi düşünüyordum. Uzunca zamandır yapamadığım belki de yapmak istemediğim bir şeydi bu. Saflığım konusunda tescillenebilirim sanırım. Ama kindar bir insan değilim. Hiçbir zamanda olamayacağım kanaatindeyim. İyi düşün, iyi olsun, iyi şeyler gerçekleşmeli artık. Çünkü ben gerçekten bu durumdan çok sıkılmıştım.

Hiç tanımadığınız bir insanın ellerinizden tutup; sen çok üzülmüşsün, artık üzme kendini gereksiz yere, demesinin üzerimde bu kadar etkisi olacağını düşünmezdim. Aslen başkasının dilinden dökülmesi miydi beni gerçekliğe döndüren ondan da emin değilim. Yalnızca ben bir bahanenin, bir yargısız infazın kurbanıydım. Bundan emindim. Artık bunları dert etmiyordum. Çünkü o haklıydı, birlikte gelecek yok derken.
Elinizden geleni yaptığınız zamanlarda arkanıza yaslanıp kaderinizin gerçekleşmesini, şansınızın yaver gitmesini beklersiniz. O safhaları ve sıkıntılarını boş verdim. Umutsuz vakalar, her zaman umutsuz vaka olarak kalacaklardır.

Gelecek, belki 6 ay sonra gelecek. Ama iyi ya da kötü sürprizlerle dolu olsa da gelecek.


Kollarımı açtım, onu bekliyorum.




Begbie..*


14 Şubat 2011 Pazartesi

.glovers

Şubat ayının vazgeçilmezleri: iki eldiven, bir sevgili.

Aslında ikisi içinde geçerlidir; yalnızca şubat ayına özel olmamaları. Ancak ne var ki eksikliği en çok şubatta dile gelir. Tabii sektöründe düşüncelerimiz üzerindeki etkilerini göze alırsak oldukça kaçınılmaz bir durumdur bu. Çiçekler bir yanda, çikolatalar deseniz zaten normalde de karşı konulmazlar. Yani anlayacağınız ne eldivensiz ne sevgilisiz şubatın tadı çıkmıyor. Maazallah dikenler elinize batmasın sonra!

Sevgili dediğimiz meret; boy boy, beden beden.. Örnekleri çoğaltılabilir. Sanırım eldivenlerle olan bir benzerliği de buradan geliyor. İkisi de çeşit çeşit.. Ancak benim ilgilendiklerim parmaklı ve parmaksız olanlar. Elbette ki eldivenlerin. Gerçi henüz parmaksızların tam olarak hangi tür sevgiliye denk geldiğinden emin değilim.

Açıkçası parmaksız eldiven taraftarı da değilim ben pek. Yok yere üşütüyor beni. Bilmiyorum aynı dertten muzdarip olanlar var mıdır ama. Tamam, mesajlaşırken büyük avantaj, hele manikürünüz de yapılmışsa oldukça güzel bir görsel şölen veriyor olabilirsiniz ama parmak uçlarınızın kızarıp bozarması iyi mi? Buldum, parmaksız eldiven = umarsız erkek/kız arkadaş. Ne kadar çaba o kadar hayal kırıklığı..

Bir de şu var: İstediğiniz kadar kalın giyseniz de parmaksızda ters teper. Test edildi, onaylandı. Doğrusu yün ne kadar kalınlaşırsa parmaklarınızda birbirinden o kadar uzaklaşır. İşin teferruatı elbet bunlar. Bunun içinde bir örneğim var ancak kullanmanızı pek tavsiye etmiyorum. Belki de parmaksız eldiven; fazla üsteleyen erkek/kız arkadaşın sonuç olarak karşısındakini bunaltması ve karşısındakinin uzaklaştırması ile özdeşleştirilebilir. Neden azıcık var olan huzurunuzu da kaçırıp, sizi soğutan bir şeyi kullanasınız ki?

Hani dersiniz ki ben bildiğim yoldan gideyim, halis muhlis eldivenime döneyim; hay hay efendim. Yolunuza engel değiliz; ancak şunu da belirtmeden geçmeyeyim,

Ya her türlü hava şartları altında yalıtım sağlandığında bile üşümeye devam ediyorsa, elleriniz?

O halde sevgilim varken de yokken de üşüyorsa ellerim; bana ne parmaklısı ne parmaksızı devadır bilirim.



Begbie..*

16 Ocak 2011 Pazar

.rehearsal of suicide

1.. 2.. 3.. 4.. 5.. 6..

İntiharın provasını sergiliyorum resmen. Evet, arada 7 – 8’e çıkacak diye korktuğum hapşırıklarımın sayısı aslında o baştakiler. Uzun zamandır “ keşke ” sözcüğünü kullanmıyordum sanırım ancak şimdi keşke her şey hapşırmak kadar keskin olsaydı. Ve ben birçok kez ölmek zorunda kalmasaydım.

Bugün fark ettim ki ayaklarım yere bastığı zamanlarda oldukça realist düşünebiliyorum. Düz mantıkla bakmayın olaya hani zaten sağlama aldığın zaman diye değil de gerçekleri göz ardı etmediğim anlarda demeye çalıştığım. Muhtemelen birçok defa yaşamışızdır bu tip durumları. Yalnızca hani tam dile getirilemeyen ya da tarifi imkânsıza yakın olan ancak yaşadığınız zaman evet işte bu diyebildiğiniz durumlardır. Bok gibidir.

Tam olarak Pollyanna değilsinizdir belki körü körüne inanmazsınız yalanlara, tüm olumsuzlukları güzel nedenlere bağlamazsınız; ama Pamuk Prenses olmaktan da kendinizi alamazsınız. Kapınızı açmamanızı söyleyenler olsa bile, siz aralamaktan ne zarar geleceğini düşünür durursunuz. Belki merak, belki duygular belki de olasılıklar.. Hep farklı olacağını kurarsınız. Peki, sizin farktan kastınız acaba karşılığını olumlu yönde mi almaktadır? Hayat kırıklıkları ne ile düzelir? Güvensizlik bir semptom mudur? Masal dünyanız nelerle sınırlıdır?

Bunun dışında açıklığa kavuşabilecek soruların olduğunu biliyordum ya da inandığım durumlar vardı. Şimdiyse sıkıntı ne onun bile farkında değilim. Kopup giden şeyler benim parçalarım oysaki.. Üşüyorum amansızca belki de hiç olmadığı kadar.. Kayıtsızlığım kendime yalnızca.

İyileştirilemeyen hastalıklardan daha beteri teşhis konulamayanıdır sanıyorum ki. Düşünsenize ellerinizden kayıp giden ve yitirdiğiniz bir şey var ortada, muhtemelen en değerli şeyiniz. Ve siz bırakın bir şey yapmayı henüz ne olduğunu çözebilmiş değilsiniz. Eliniz kolunuz bağlı bir şekilde izlersiniz, olayları lanet olası akışına bırakarak..

Sonunda neler olduğunu,

Göreniniz,

Duyanınız,

Bileniniz var mı?


Begbie..*