Gecenin yorgunluğunun yavaşça kendisini sarmasını bekleyerek, sessizce akan birkaç damla gözyaşının arasından, “ seni sevmek istemiyorum. “ kelimeleri dökülmüştü, çatlamış dudaklarından.
O’da döndü. Gözlerinin içine baktı.
O anda duyduğu tüm beklentileri karşısındakinin anlayabilmesini, kelimelere ihtiyaç duymamayı diledi. Ancak o umursamaz bir şekilde başını çevirdi ve “ istersen gidebilirsin. “ demekle yetindi. Hiçbir anlam ifade etmeyen ses tonu o kadar düzdü ki.
O anda tonlarca şey söyleyebilirdi kurumuş boğazına rağmen. Fakat yine kendini oynadı. Çaresizliğini belli etmeyi sevmediği gibi, kendini ifade etmeyi de beceremediğini düşünürdü. Bu yüzden yaptığı en iyi şeyi yaptı. Sustu. Paylaştıkları onca yılın hatırına sustu.
O’nun içi o kadar rahattı ki, yorgunluğunun verdiği rehavetin etkisiyle hemen uykuya dalmıştı.
Ne yazık ki onun gözünde bir damla uyku bulamazdınız o anda. Düşündükçe içleniyor, içlendikçe sessizce sızdırıyordu gözlerinden damlacıkları. Onlarca şey söylemeyi diledi. Uyandırıp ondan nefret ettiğini, asıl onun gitmesi gerektiğini, çok uzaklara gidip hiç gelmemiş gibi olmasını diledi. Hayatına hiç girmemiş gibi. Biraz önce soluk soluğa kaldığı insanın bu olmadığını, içinde bulunduğu tüm aşinalıklardan nasıl bu kadar uzak olmayı başardığını.. Bir anda değişiminin sebeplerini, nedensiz suskunluklarını, yitirdiği her şey karşısında nasıl bu kadar duyarsız kaldığını.
Ama olmadı. Yapamadı. Ona göre tüm bunlar birer yitirilişin aynası olsa bile, göreceliliğe sözü geçmezdi. Sokaktan geçen birine göre belkide soytarılığın daniskasıydı.
O’da sustu. Hıçkırdı. Sustu.
..
Uykusunda huzur arayışındaydı.
Begbie..*
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder