10 Aralık 2010 Cuma

.itsy bitsy

Beklentiler, arzular ve umutların tam ortasında duruyor benliğim. Bende dahil olmak üzere henüz ciddiyetin farkında değil hiç kimse. Hey! Ne oluyor? Birileri kolumdan tutup, çekiştirmeyi bırakabilir mi acaba? Söylenilenler ninni gibi gelmiyor, hayır. Ancak kesin bir çözüm yolu da sunmuyor ki bana. Merhaba, ben aslında hiç büyümek istemedim.



Hayatınıza giren insanlar belli bir nedenden ötürü mü var olmaktalar? Olayların içerisinde birdenbire bulmaz ki kendini insan. Bunun bir hazırlık aşaması vardır, her ne kadar inkâr etsek de. Birkaç kişilik bir zeminden oluşabilir belki de. Bizi mutluluğa götürenlerle mutsuzluğa sürükleyenlere bunun iznini veren kimdi? Kendinden kaçmamalı insan.



Asıl merak ettiğim, insanların yapmış oldukları eylemleri etkileyen sebepler. Gerçekten, neden ben? Neden bu şekilde olmak zorundaydı? Neden bambaşka bir kimliğe bürünmenize sebep olduktan sonra böyle yarım yamalak kalmakta her şey? Neden sorularım boşlukta? Neden nedensizce yaklaşamıyorum olaylara? Ve Neden..



Evet, birçok şey gibi bölük pörçük yaşıyorum hayatı. Sorunlarını zar zor dile getirip çözüm üretemeyen biri varsa oda benimdir herhalde. En azından zor kısmı halledip, kolay kısmı gerçekleştirememekle ilgili durumla övünebilirim diye düşünüyorum. Oda olmaz değil mi? Her şey eksiksiz olsa çok çirkin olmaz mıydı? Aslında bütünüme baktığınızda görebileceğiniz şeyler bunlar. Mesela yazımlarım bile parça parça.






Begbie..*


20 Ekim 2010 Çarşamba

.taedium vitae

Ağaçta asılıyım. Bir sağa, bir sola. Yavaş yavaş sallanıyorum. Hamak keyfi paha biçilmez. Lades kemiğini andıran kurumuş dalcıklar dökülüyor arada üzerime. Umursamıyorum. Rüzgâr fısıldıyor kulağıma. Yapılacak çok şey var. Olanca karmaşanın içine girmeyi gözüm kesmiyor. Gökyüzüne bakmak için başımı hafifçe kaldırıyorum. Yaprakların arasında hayal meyal varlığını hissettiren güneşle karşılaşıyorum. Ah, ne çok özleyeceğim kim bilir. Tatil bu olsa gerek.

Bahçede deniz ve kum yok. Ablam ve o yok. Kin ve yas yok. Her an yanı başında olan arkadaşlarından eser yok. Her yönüyle dert ve tasa yok. Oluşmaya uygun ortam bile yok. Bu kadar yokluk içinde huzurun olması ise bir o kadar şaşırtıcı. İnsanlar da doğayı örnek alabilse.. Keyfimize diyecek “yok” olurdu.



Mütevazı güneşimin altında ruhumu dinlendiremeyeceğim artık. Evet, döndüm. Aidiyet hissi sanırım bu şehirle arama ara sıra mesafe koyan. Kara bir delik misali içine çekiyor seni. Olanca yaşanmışlıklar bırakmıyor peşini hiçbir zaman. Bütün stresi ve sıkıntısı ile seni bekliyor kapıda. Kollarını açmış seni beklerken şehir, bir bağımlının tablosunu çiziyorsun adeta. Bir tarafın can atar halde bir tarafın halen hırçınken bünyendeki “bırak sarsın seni” temalı deli çığlıklara yeniliyorsun.

Başlarda mutlusundur hep. Yiyip bitirmeye başlamamıştır henüz seni. Sonrasında ise yavaştan önce şehre sonra etrafındakilere, en yakınındakilere ve en sonunda kendine yabancılaşmaya başlarsın. Kısa zamanda fark etmişsindir ki ne şehirledir kavgan ne yanı başındakilerle. Dur durak bilmeyen gelgitler ister istemez yormaya başlar ruhunu. Nerede kaldı huzur? Nerdesin?



Başta insanlar olmak üzere kesin ve net olsa her şey, sorunsuz olsak ya da sorunlarımız açıklığımızda olsa. İnsanların bakışlarından anlaşılsa her şey. Seni s.kmek mi istiyor üzmek mi ya da her ikisi de. Belki de hiçbiri. Ancak o zaman bir cevap arayışında olurduk en azından. Olanca belirsizliğin arkasında ne getirdiği faili meçhul. Ama insanlar hep karmaşık yolu seçerler. Nedeni bilinmezliklerle doluyken bile.



Bilmiyorum. Aslında birçok teoriyi de bilmiyorum. Ancak böyle bir şey değil bu. Hayatı değil kendimi bilmiyorum. Gelecek yıllarda yaşanabileceklerle ilgili milyonlarca seçenek türetebilirim. Derdim hayatın beni nereye koyacağı değil. Öyle bir alternatif vardır ki ne, ne olacağım kalır ne, ne olabileceğim ne de birkaç sene sonrasında ne olduğum. Tonlarca hayat unutulabilir. Tek isteğim şehrin barındırdığı bütün dengesiz-lik-lerden kurtulmak, soyutlanmak. Gerekirse kendimden bile. Hayatla değil benim münakaşam. Bu yüzden cevabımın onda olmadığının en başından beri farkındayım. Peki, biri bana söyler mi, bilmediğim bir şeyi nasıl unutabilirim?







Begbie..*


11 Temmuz 2010 Pazar

.shithing

Yayıldıkça yayılıyorum koltuğuma. Günümün büyük bir kısmını geçirdiğim koltuk, sanıyorum artık popomun şeklini almıştır. Cezmi’yi koymuş önüme düşünüyorum. Ne yaptım onu bu kadar üzecek diye. Melül melül bakıyor, onun o bakışları hani “tenimi deler geçer” diye bir tabir var ya aynen öyle bir etki bırakıyor yalnız biraz daha farklı bu durumdan. Sonrasında tamam diyorum bu kadarmış daha fazla büyütmek yok diyorum...
Tabi her şey o kadar kolay küçülmüyor hatta sabit bile kalamıyor, elden ne çare gelir ki zaten. Eğer her şey Cezmi’nin gönlünü alacak kadar kolay olabilseydi…

Geriye dönüp bakınca tatil günlerimi büyük buhranlar içinde geçirmişim gibi görünüyor ancak yaşarken öyle değil. Hatta birkaç günle tekerrür etmese belki de hoşlanabilirsiniz de. İşin en saf haliyle bir bok yapmıyorsunuz. Yani ne kadar çok kafa çalıştırmışsan yıl içerisinde, tatilde bu boşluk büyük sıkıntı yaratıyor benim açımdan en azından. Tabi ne oluyor sonra genciz falan ya güya evde otur otur geçmiyor günler insan yüzü göresimiz geliyor. Ciddiyim ya oluyor bu yani evdeki anne insan değil sanki gerçi onu da günde max. 2 saat görürsen olacağı bu. Ahh Cezmi ah. Biliyorum mutsuzsun bu durumdan ama napalım. Bulacağız bir çaresini.

Şimdi örneklerle konuyu derinlemesine işlemeye çalışacağım. Ne kaparsanız o kar değil yani bu bokluktan. Hatta yol yakınken okumaktan vazgeçebilirsin, bir şey vaad etmiyorum.

Geceden başlayalım uykudan sonraki sabahı hiç göremiyoruz zaten. İstisnasız 23.00 – 24.00 gibi efenim chill-out olsun trip-hop olsun elimize ne geçerse media playerda açıyoruz. Neden media player derseniz ben şahsen kullanmayı sevmiyorum. Itunesun bokluğu. Tam boyle depresif depresif takılırken tak açılıyor trileylim bişeyler ayıptır, yazıktır, gunahtır. Nerde kaldı benim o hüznüm allasen? Itunes degil ki tek dert işte. Muhtemelen benim üşengeçliğim. Media player’a güzel bir arayüz beğensem seve seve kullanırım ama o linke tıklamak çok zor be.

Bide bak başladı yine dırdırdır. Şimdi evin içinde umumi yerler dışında topu topu 2 oda kullanıyorum. Biri kendi odam ki yatmadan yatmaya kullandığım. Diğeri de ablamın odası bizim demirbaşın olduğu oda. Annem de sağ olsun evde başka oda, salon hede hödösü yokmuş gibi geliyor arkadaş yanıma. Sonra uyumaya başlıyor tabi benim gözler cin gibiyken. Klavyenin sesine falan uyanıyor bu bir şekilde. O anda belli oluyor zaten bir şeylerin patlak vereceği yani. Ulan git işte odana falan ne istiyorsun iki gıdımlık huzurumdan. Ki bu da nasıl bir huzursa. Her şeyin başı müzik sanırım. Bir de Cezmi.
Bunu da ek bilgi olarak vermişken devam edeyim – evet az önce annem yine kalktı ondan araya serpiştirdim bu durumu da, her gün yaşanan bir klasik olduğu için- . Msn denen mereti tek tük konuşmalar için kullanmaya çalışıyorum. Zaten gecenin bu saatinde de kimsenin muhabbeti sarmıyor doğrusu. Bende çareyi sözlükte (eksi) falan buluyorum. Niye falan arada Oyunus diye bir site var Scrabble’ı güzeldir tavsiye ederim. Bildiğiniz Scrabble bir farkı yok. Sabahın köründe oynarsan bok gibi gelebilir ancak bu saatlerde beynimin durmasını engelliyor sanırım.

En nihayetinde 1-2 saatimi genelde boş boş ekrana bakarak harcamanın ardından, iyice yassılaşmış kıçımı koltuktan ayırıp, yatmaya odama gidiyorum. Yatmaya derken aldanmayın kafamı yastığa koyduğum gibi yattığıma, sakın ha. Mutlaka yatağın içerisinde bir kitap bulunur, evet komodin de olmaz neden çünkü uzak gelir koyamam öyle uzanıp. Uykum gelince olduğumdan kat be kat üşengeç olabilirim. Tabi genelde kitabın sürükleyici tarafına gelirim hep buda 04.30 – 05.00 civarında uyumam demektir. Bazen de öküz gibi uyurum hemen az da olsa.

Sabahları kahvaltıya kalkma gibi bir lüksüm yok benim. Genellikle hafta sonları meşhur olan şu Pazar kahvaltılarında bile bir tartışma patlak verir bizim evde. Komik meselelerde dâhil tabi. Ancak hafta içi tartışma yaşanmasa bile kafa ütülemekten ileri gitmez konuşmalar. Tatillerden nefret etme sebeplerimin başında geliyor sanırım. Bende uyurum mümkün olduğu kadar uyumaya çalışırım daha doğrusu. Nedense öğlen 13.00’a doğra annem odadan hep geçer. İşe gideceği için uyandırıyor sanırım ama bilmez ki Cezmi’yle ne kadar az göz göze gelsem o kadar iyi. O da bıktı benden çünkü.

Uykuyla ilgili büyük sıkıntılarım vardır. Mesela uyandıktan sonra tekrar uyuyamam ya da yolculuk halindeyken doğru düzgün uyuyamam ya da mesela bugün gibi 02.00de yatıp sabah 05.30da kalksam bile uyuyamam – saat su an yine gece ve 01.43 olmasına rağmen- of bunun anlaşılır bir yanı yok kurmaya uğraşamayacağım daha doğrusu. Belki yakınımda olsaydınız ıkına sıkına sokmaya çalışırdım kafanıza ama üzgünüm afyonum bugün hiç patlamadı.

Neyse uyandıktan sonra olay basittir. Kahvaltı, öğle yemeği ve akşam yemeği saatlerinde hazırlanır. Tabi ara öğünler hiç eksik olmaz. Eee bu Cezmi nasıl büyüdü sanırsınız siz. Sonrasında yemekler ablamın odasına getirilir. Ve sabahtan akşama kadar abartısız bir 10 bölüm falan House izlerdim tatilin başlarında. O bitince flash forwarda başladım ama abartamıyorum o kadar onu. Tabi arada başkaları da var takılıyor onlar arada olayın süsü biber olarak.

Akşamki programda bellidir tabi önceden ablam sağ olsun Boston’da bu aralar. Annemde artık illallah ettirdi beni yani İstanbul sınırları içerisindeyken bu kadar konuşmazlardı arkadaşım bıktım kelimenin tam anlamıyla. Birde ben zaten gitmeden önce hayvanlar kadar Amerika’ya gitmeyi isteyen ve gittikten sonra da bu kadar çok dönmeyi isteyen bir kişi bile görmedim sanırım.
Konuşurken belki de bu kadar çok muhalefet olmamın sebebi olayın altındaki nedenin açık açık söylenmesini istememdendir. Bu yüzden bu aralar ablamın üzerine gittiğim zaman “ Tamam Begüm konuşmayalım. “ denmesinden nefret ediyorum. Duyuyor musun abla? Nefret ediyorum. Çünkü kendi fikirlerimi haklı çıkaracak kadar zavallı olmanı istemiyorum. Zayıflıklarını bu senin sevgin bile olsa dosdoğru söylemeni istiyorum. Neden? Çünkü bir gün abla olduğun zaman, ben çocukça davrandığım insanlara evet aslında susuyorum ama arkasında sevgi diye bir sebep yok demek zorunda kalmamalıyım. En basitinden konuşmamalıyım.
Bu arada gittiğinden beri verdiğin kiloların hepsini Cezmi’ye enjekte ediyorum. Üzgün müzgün katlanıyor bu duruma. Ben de pek memnun değilim ama ne yaparsın işte.
Evet, Cezmi dediğimiz şahıs göbeğimden başkası değil.


Begbie..*

20 Nisan 2010 Salı

.problem of selective permeability

İki şık arasında kalınan anlarda, içinden gelene mi kulak asmalısındır yoksa mantığını mı kullanmalı? Ön koşul her ne ise ona göre belli sonuçlar doğurur hayatta, seçimlerimiz.

Aslında hayatımızda pek çok, “karar anı” ,“dönüm noktası” gibi sancılı dönemler olmuştur, olur. İşte buradaki işin özü, seçici geçirgenlik sorunsalıdır ve bu durumu kendine yontabilmekten ibarettir, çoğu zaman. Doğru anda, doğru tercihler ve tabii gerçekleşebilmesi için doğru kişiler.. Hayatta karmaşıklıktan oldukça uzak durumda varlığını kabul edebildiğin birçok durum göz önündeyken, inancını sorgulaman yersizdir. Hele ki birçok insanı arkana almış, içinde bulunduğun kapsülü sağlamlaştırdığını düşünürken. Olabilecek tüm tehlikelerin bulunduğun kapsülün dışından gelebileceğini sanıyorsan yanılıyorsundur. Gözden kaçırdığın asıl sorun içeride patlamayı bekleyen bir bombadan ibaretse? Sağlamlaştırdığını düşündüğün duvarların seni ne kadar koruyabilir? Ya da başka bir açıyla dışarısı kimin umurunda?
Şayet bir süre sonra geriye dönüp baktığında yüzünde yitirilenlere duyulan özlem dışında ufak bir tebessüm arz etmek istediğinde endişelenmek maalesef ki, yetersiz olabiliyor çoğu zaman. Hele ki olasılıkların gerçekleşmiş olması durumunda artık kaygı modundan çıkıp, yapılacaklar listesi hazırlanmaya başlanmalıdır. Durum değerlendirilmesi yaparsın ve yine bu zamanlarda, olasılıkları hesaplamaya başlarsın..
Olumlu - olumsuz sonuçlarını kıyaslarsın, etki – tepki kuramlarını. Ancak işin gerçeği şudur ki; zaten var olanla başlamışsındır yola ve tercihinde kafandakiyle son bulacaktır, mantığından ayrı olarak elbette.
Her halükarda zaaflarımız bizleri yalnız bırakmazlar. Bu durumda normalden daha da acı verici olabilirler üstelik gerçeklikleri de göz önüne alındığında. Hele ki “o”nunla harmanlandığını düşündürdüğü sokaklarda. Ve evet, çıkmaz sokakta olduğunu geç fark ettirebilmekte zaaflarımızın boşlanmayacak yan etkilerindendir oysa..




Begbie..*