22 Aralık 2009 Salı

.peacequest

Gecenin yorgunluğunun yavaşça kendisini sarmasını bekleyerek, sessizce akan birkaç damla gözyaşının arasından, “ seni sevmek istemiyorum. “ kelimeleri dökülmüştü, çatlamış dudaklarından.
O’da döndü. Gözlerinin içine baktı.
O anda duyduğu tüm beklentileri karşısındakinin anlayabilmesini, kelimelere ihtiyaç duymamayı diledi. Ancak o umursamaz bir şekilde başını çevirdi ve “ istersen gidebilirsin. “ demekle yetindi. Hiçbir anlam ifade etmeyen ses tonu o kadar düzdü ki.

O anda tonlarca şey söyleyebilirdi kurumuş boğazına rağmen. Fakat yine kendini oynadı. Çaresizliğini belli etmeyi sevmediği gibi, kendini ifade etmeyi de beceremediğini düşünürdü. Bu yüzden yaptığı en iyi şeyi yaptı. Sustu. Paylaştıkları onca yılın hatırına sustu.
O’nun içi o kadar rahattı ki, yorgunluğunun verdiği rehavetin etkisiyle hemen uykuya dalmıştı.
Ne yazık ki onun gözünde bir damla uyku bulamazdınız o anda. Düşündükçe içleniyor, içlendikçe sessizce sızdırıyordu gözlerinden damlacıkları. Onlarca şey söylemeyi diledi. Uyandırıp ondan nefret ettiğini, asıl onun gitmesi gerektiğini, çok uzaklara gidip hiç gelmemiş gibi olmasını diledi. Hayatına hiç girmemiş gibi. Biraz önce soluk soluğa kaldığı insanın bu olmadığını, içinde bulunduğu tüm aşinalıklardan nasıl bu kadar uzak olmayı başardığını.. Bir anda değişiminin sebeplerini, nedensiz suskunluklarını, yitirdiği her şey karşısında nasıl bu kadar duyarsız kaldığını.

Ama olmadı. Yapamadı. Ona göre tüm bunlar birer yitirilişin aynası olsa bile, göreceliliğe sözü geçmezdi. Sokaktan geçen birine göre belkide soytarılığın daniskasıydı.
O’da sustu. Hıçkırdı. Sustu.

..

Uykusunda huzur arayışındaydı.





Begbie..*


.human addiction

Ruj sürmek için aynaya ihtiyaç duymazdı, duymamıştı. Ancak sanatına duyduğu meraktan dolayı bakmak için bir surete ihtiyaç duyardı.
Havanın soğukluğuna aldırmadan koşar adımlarla cadde boyunca ilerlerken aniden durdu. Geri döndü ve büfeden bir dal sigara aldı. Kesik eldivenlerinden kırmızı ojeli – tıpkı rujunun rengi gibi – titrek parmaklarıyla aldığı dalı ağzına götürdü. Ve bir kibrit çaktı. O ilk nefes, onu ilk başladığı zamana götürdü. Bağımlılığının başladığı ilk zamanlara.. Nedenine ve bunu oluşturan sebeplerine..
Sırf içinden geldiği için başlamıştı kendi demesiyle. Uygun şart ve koşullarda olduğunu ki uygun ne kadar uygun bir kelimeyse. Yalnız olduğunu, arkadaşlarından ayrıldığını, kimseyi tanımadığı zamanlarda yanındakinin sadece o olduğunu vs.
Sırf bağımlı olmak için böyle davrandığından bahsederdi arada. Gülüp geçerdim. Tabi ki de onu mutlu ederdi ancak kendi demesiyle zarardan çok yarar olarak görür bunu asla ve asla inkâr etmezdi.
Ardından gülerdim, yine. Haklısın diyerek idrak etmek isterdim.

“ Bu kadar güzel olan “şey” , nasıl bu kadar zararlı olabilir ki? “ derdi anlamazdım.

Anlayamazdım içinde kendi benliğinin betimlemelerini biriktirdiğini. Anlayamadım uzunca bir zaman.
Aslında o tek günlük sigaranın, insan bağımlılığına nasıl paravan görevi gördüğünü. Anlayamadım.
Kendimde bir bağımlı olana kadar asla anlayamadım.




Begbie..*


10 Eylül 2009 Perşembe

.realize

Yavaşça göz bebeklerimden süzülür, burnumun ucunda sona ererdi. Hayatımdaki çoğu “ şey “ gibi, gözyaşım da tekti.

Yağmur gibi değildi, azalarak yok olmayı sevmezdi. Kendisi zaten tekti. Daha ne kadar geriye gidebilirdi ki ?
Deprem gibi bi’ anda yıkıp giderdi. Enkazıyla baş başa bırakırdı seni ki nefret etmeni isterdi.
Hatasının farkındaydı çoğu zaman. Gerçi her ne kadar hatalı olduğunu bilse de yüzsüzlükten taviz vermezdi. Kedi gibi sırnaşır, istediğini alana kadar zorlardı, tüm kapıları..

Peki ben n’ yapardım ?

Susardım. En büyük gafletimin beni sarmasını bekler ve susardım. Sesler, harfler hep askıda kalırdı, kafamın bi’ köşesinde. Eminim onlar da isterlerdi gırtlağıma ulaşmayı, oradan boşluğa bi’ şekilde kanat çırpmayı en azından bunun umuduyla çırpınmayı..
Oysa ben ne yapardım ? Tül perdeyi çeker, sıralarının geleceği ana kadar geri plana iterdim onları. Tüm umutlarını söndürür, göz göre göre yalan söylerdim, başta kendim olmak üzere.
Ta ki o an gelene kadar, kelimelerin uçmak isterdi ama nafile. Zaten elim gitmezdi, her şeyi tersiyle itmeye. Bırak itmeyi, ardında bıraktığı enkazına öyle bi’ sarılırdım ki sanki o kurtaracak beni, sanki tek gerçek o ! Sanki “ tek “ o !
Bırakıp gidemezdim.

Ben yapamazdım. O yapardı. Çekip giderdi..
Ben neden yapamazdım bilemem ancak o öyle bi’ giderdi ki döndüğünde sormazdım bile. Ne önemi vardı ki ? Neredeyse nerede, kiminleyse kimle ! Ben her şeyi s.ktir eder, yoluma devam ederdim. Çünkü o bilmezdi. Aynı teni paylaştığım siluetlerde tek olmadığı gerçeğini bilmezdi.




Begbie..*



.simple

Basit tek hücreli canlı kavramının sanıyorum ki en simple past'ına indirgenmiş hali: Bendim !

Son bi' kaç haftanın vermiş olduğu durgunluk ve rehavet günümüzde " basit " tanımının hakkını veren bir diğer canlı olan ' emekli ' kavramına rahatça ayak uydurmamı sağlamıştı.

Yatıp kalkıp tek isteğimin yeni insanlar tanımak ve kendime göre tanımlamak olduğunu ilke edinmiş gibiyim. Tabi bu imkanı sağlamanın en verimli ve basit yöntemi de üç günde beş kitap bitirmeye çalışmaktı belki de. Aslında tamamiyle bana ait olmayacak karakterleri sahiplenmek ve bu şahısların acılarını, umutlarını, aşklarını ve kardeşlerini alma, onların öykülerini (ç)alma isteğiydi. Hangi trajikomik basit tanımına girer bu oldu halen düşünme aşamasındayım..
İşin daha da ilginç tarafı her kitabın sonunda veya ortasında gerçekleşen bir ölüm yada devamlılık o karakterlerin hayatımda asla olmadıklarına ve olmayacaklarına dair kesin bi' kanıt da değildir.

Basit düşünce yapısından komplex yapıya geçişteki en önemli basamaktı muhtemelen, kabul etmek. Ardından gelen sahiplenme, geliştirici yeni bir adımdı, tüm anlayış ve düşünce yapısını sabitleştirici..
Hiç yoktan düşünce güçleri var olan, geliştirilebilen ve oldukça sağlam olan basitlerdenim ben.

“ Yani, amip deyip geçtiğiniz basit tek hücreliler, aslında oldukça karmaşık. Yaşamın çok ileri safhalarından biri. Yaşamın -ya da evrimin- ancak 4 milyar yıl sonra ulaşabildiği basamak. ”



Begbie..*



.unplugged

Alelacele evden çıkmanla birlikte aklına gelir, terk edeceğin şeyler.. Yolculukları bu yüzden sevmem. Ardında bıraktığın her neyse geri döndüğün zaman nasıl bulacağın hatta orada olup olamayacağının korkusunu göze alarak yola çıkarsın.. Çoğu zaman terk etmek en az terk edilmek kadar zor gelse de, en azından bu sefer tercihlerin doğrultusundadır gerçekleşen gidişler.. Terk etmenin buram buram unutulma koktuğu gerçeği hep bi’ köşede durur. Geride kalanlar unutabilmişse de sen unutabilir misin ?.. [ Şekil - 1.a ]



Bi’ şeyler karalayabilmiştim, Ankara yolculuğumdan dönerken. Devamı gelmedi tabi. Bi’ yerlerde terk edilmiş diğer denemelerim gibi.
Uzun zamandır – ki muhtemelen bi’ kaç aylık döneme eş değer - öylesine kısır bir dönemdi ki - kendimi ifade edebildiğim sevgili kelimelerimin bile sırtını dönmeye başladıklarını hissedebiliyordum. Nedenini bile bilemediğim bi’ sebepten ötürü, yolum tıkanmış, sözcüklerim boğazımda her ne kadar birkaç hıçkırıkla halledilebilir dursa da o kadar basit ki olmuyor bazen. İçten içe o kadar mutsuz hissediyorum ki kendimi dile getiremeyecek kadar mutsuz belki de..
Reçetemde yazandan fazlasını uygulamıyordum oysa ki. Önceki denemelerimle aynı ilaçlar.. Yeteri kadar drama ve hikayeler.. Genelde bi’ kaç yazardan ödünç aldığım şahıslar, olaylar ve kendi çaplarındaki döngüleri kimi deyişle örgüleri. Kimilerinde bi’ bakmışım başrolde ben oluyorum. Perde kapanıp, ışıklar yandığında salon bomboş, dramımla baş başa bırakmışlar beni. Ben memnun, onlar memnun. Hele bi’ de giderken yanlarına almasalar cümlelerimi..
Buna oranla kendimi bi’ balondan farklı hissedemiyorum şu sıralar. Ne kadar havada kalmışsam bi’ o kadar donuk ve kendi ifadelerimden korkar olmuştum. Oysaki tamamlayamadığım tüm denemelerime ( bkz: Şekil – 1.a ) başlarken olduğu gibi balon olmaktan çıkıp sitemkâr davranmak istemiştim. Sadece sitemkar değil aslında ne hissettiğimi ya da daha farklı bi’ objektiften neler hissettirdiklerini anlatabilmek istedim, O’na, buna, herkese..
Pek mümkün olmamakla beraber yine yazıktır ki bir iç hesaplama yazısından başka bi’şey ifade etmedi.

...

Son.



Begbie..*


30 Haziran 2009 Salı

.renk renk balonlar

Birer balon misali avuçlarımızın arasındadır, hayallerimiz..
Balonları betimlemek, hayallerimizin sıfatlarını belirlememiz gibi son derece basit bir işlemdir..
İyi – kötü, irili – ufaklı bazense renk renk..
Domino taşları gibidir çoğu zaman, hayallerimiz. Yoktan var edilen, belki de birbirine bağlı olan bi’ çok hayalimiz, ufacık sebeplerden ötürü yerle bir edilebilmektedir..



Gidişlere alışmak kolay olmaz, yitirişlerdeki gibi..
Hele ki bi’ şeylerin dayatması sonucu ortaya çıkan bir terk edişse bu, insanı daha da bi’ duygusallığa iter çoğu zaman. Kısa da olsa, uzun da olsa işinden, evinden, ailenden ve dostlarından kopmak.. Yerine gelebilecek terk edişler bunlar aslında..
Zaten önemli olan da kalanların terk etmemesi değil midir ? Sanırım en zor olanı da bu.
Neden ben ? sorusu vardır bi’ de..

“ Neydi bizi ayıran ?
Gördüklerimiz mi ? “
..

Benimse bi’ çok soru mevcuttu zihnimin köhne köşelerinde.. Bu durumda ve anda fiilen soramadığım, sorma cesaretini bulamadığım türdeki sorular.. Açığa çıkmamalarının belki de en önemli sebebi cevapların kaynaklarına henüz tutunamadan, yitirdiğimdir..

Sense sadece düşün, bu durumun gelip – geçiciliği hakkında.. Suçlu arayacak olursan eğer, yaşamış olduğun üzüntünün zamansızlığına lanet et yalnızca.. Hayatı aynen göründüğü gibi yaşa, terk edişlere aldırmadan..
Tüm gidişler sona erdiğinde ise, yeniden dönüş yap hayallerine, avuçlarını açmamak üzere en büyük sözü kendine vermiş, rengarenk balonları olan küçük bi’ çocuk edasıyla.. Sımsıkı tutun hayallerine ve asla bırakma..



Begbie..*


17 Şubat 2009 Salı

.obsession, possession & monomania


Saplantılar, çoğu zaman aşamadığımız duvarlardan ibaret, büyük bi’ zayıflık meselesi haline gelmiştir.. Bi’ çok sorunumuzu takıntılarımızla sınırlandırabiliriz.. Üstesinden gelmek mümkündür elbette, ufak-tefek uğraşmaya değer bulmadıklarımızın tabi ki..

Bense bi’ çok saplantılı durumu aşıp, drama neredeyse orada kendini bulan zayıflık göstergesiyim. Ben Jack’in saplantılı tercihleriyim belki de. Çoğu konuda kendimi suçlu hissetsem de, tek tüktür pişmanlıklarım.. Zaten bi’ aşamadan sonra fazla iplememeye başlıyorum tercihlerimi. Eminim, sende benim o aptal parçalarımdan biri olmak istememişsindir. Sıkça kullanılan “ takılma “ hedesini cebinde taşıyanlardandın sende.
İşte bunun farkında olup ta, halen bi’ şeyleri sürdürmeye devam eden ben, saplantılı ben.
İşin nevrotik kısmına sürükleyen bi’ ben..
Tabi böyle olunca, yapılan bi’ çok or*spu çocukluğuna rağmen, sorunlu taraf ben oluyorum sanırım. Fahişe düşüncelerimi satışa çıkarsam, pek de sorunlu olmam değil mi ama?
Eminim ki, saplantı olmaktan çıkacak bu durum yakın zamanda.

Benim saplantılarımsa, çoğunlukla eskiye takılıp kalmamdan olsa gerek.. Aşamadığım sorunlar bundan ibarettir belki de..
“Hiç” e karşı olan saplantılarımı hatırlayıp, şuan ki zayıflığımı yenebilirim.. Zamanla bu büyüklüğü kendimde bulabilirim..
Aynı zayıflığı yaşatacak insanların hayatıma girebilme olasılığı her ne kadar belli olmasa da, körü körüne bağlanmak riski de arada - sırada mutlulaştırıyor beni. Büyük bi’ haz alıyorum, en sonunda bütün bunları belirleyebilecek olmaktan ötürü vs.


Hayatıma girmiş olan tüm anlamsızlıklara ithafen bi’ şeyler yazmak benim için zor olsa da, hiç’likten sonuç çıkarmak daha kolay olduğu aşikar..




Begbie..*


9 Şubat 2009 Pazartesi

Hiç'in Anısına.

'08 - '09 Sendromundan Kalan..

Ne kadar isteseniz de kızamadığınız insanlar vardır etrafta. Hayatınızın hemen hemen her döneminde karşınıza çıkabilecek tiplerdir bunlar. Yaşamınıza girdikleri dönemde kendinizi allak bullak hissedersiniz, bi’ anda yıkıp yok ederler her şeyi. Siz bi’ savunma mekanizması oluşturmaya kalmadan, onlar çoktan gitmişlerdir. Hayatınıza ne kadar kısa sürede girmişlerse, o kadar kısa zamanda da çıkmasını bilirler. Onlar bu işin erbabı değildir elbette ancak tercihleri bu yönde olmuştur, genellikle de böyle olur zaten. Her ne kadar kendinize hak verseniz de, onları es geçip, nefretle bakamazsınız bir türlü. Bu bir tür acıma veya duygusallık meselesi olmaktan çıkmış, duygudaşlık olgusuna dönmüştür. Empati kurduğunuz andan itibaren, dönem dönem aynı duyguları paylaştığınızı, hayatınıza girmiş olan insanlara ne kadar da donuk davrandığınızı anlarsınız. Belki sizler onlar kadar acımasız değilsinizdir. Tek taraflı bir üzüntü yaşamamıştır karşınızdaki insan, bu ikilemde. Ancak onlara göre aranızdaki tek olay istek ve karşılıktan ibarettir. Sonuç, daha zayıf olan daha güçlü olanın istekleri sonucu ortaya çıkan yıkıcı darbelerine maruz kalmıştır. Karşı tarafın üzüntüsünün hiçbir anlamı yoktur belki de onlar için. Duyguların ne kadar yoğun yaşandığının da. İşte tam da bu anda zaman kavramı devreye girer. Siz neyin, nasıl unutulduğunun farkına varmadan, geleceğinizi yaşarsınız. Belki de hayatınızın en güzel dönemlerini, en zor atlattığınız zamanlarda geçirirsiniz. Geriye baktığınızda sadece, bir hiç uğruna koca bir sayfayı boca ettiğinizi görürsünüz.



P.S: Herhangi bi’ dejavu durumunda ise, merak etmeyin.. Hiç’lerden nefret etmenizi sağlayacak fırsatları beraberinde getirir, hayat..


Begbie.



4 Şubat 2009 Çarşamba

.non

“She said sometimes..”

Başlangıçlar, bi’ nevi fikirlerimizin aynasıdır. Kimi zaman hayatında önemli rolleri olan insanları dert edinirsin, kimi zaman onlardan kurtulmanı sağlayacak olan nedenlerin aracılığı ile başlarsın tercihlerine. Seçimlerini yapmaya zorlanmış olabilirsin çoğu zaman.
Olaylara gerçekçi olarak yaklaşman gerektiği anlar olur hayatımızda. Kırmızı tuşa basma anıyla örtüşebilir. Mantık her zaman son çaredir. Hissettiklerimizle kolayca hareket etmek varken, neden gerçekler doğrultusunda hoşnut kalmayacağımız şeyleri yapmakta zorlanalım ki? Bunu fark etmek için çevrendeki insanların görüşleri gerekmez aslında. Etrafındakileri erdemlilik seviyesine yükseltmeye gerek yok. Seçimlerini mantıksal noktaya getiren nedene bakman yeterlidir çoğu zaman.. Seçimlerini mantıksal noktaya getiren insana.. O insanın sana olan tepkilerine, sendeki etkilerine..
Hastalık gibidir çoğu zaman.. Yapabileceğin şeyler kısıtlıdır, kurtulmak için..
Öyle bir şeydir ki yalnızca seni etkilemekle kalmaz, çevrendekileri de etkilemeye başlar zamanla.. Sen milyonlarca bakteri arasında, güçlü kalmaya çalışan iradenle savaşmaktasındır.
Karantinadan seni çekip çıkaracak olan nedenlere tutunmak için bi’ mantık aramazsın. Bu gidişata dur demek ise, yalnızca tercihlerine kalmıştır. Tercihlerin ise başlı başına fikirlerinden doğacak olan başlangıcına götürür seni.
Her şeyi geride bırakman için gereken tek şey, iraden ve zamandır. Yeniden güçlenip, toparlanabilirsin.. Belki 6 gün, belki 6 hafta, belki de 6 ayda.. İstemen yeterlidir belli bir zaman sonra.. Karar verme büyüklüğünü göstermen belki de. Dış etkenlerin, birçok olumlu-olumsuz yönü olacaktır hayatında. Elinde önemsememek için pek az sebebin olsa da, mantığınla düşünmeye başladığında anlayacaksın ki onsuz zamanlarında çoğu zaman daha çok mutlulaşacaksın. Dış etkenlerin olumsuz etkilerini unutmuş olacaksın.. Zamanla affetme büyüklüğünü göstereceksin, aklını -kalbini- bu kadar çok doldurduğundan dolayı onu.. Zaman zaman yaşananları özlesende, geri döndüğünde yaşayacağın umutsuzluklara değmeyeceğini anlayacaksın, ileride..
Ve yeni başlangıcına sıcak bakmaya başlayacaksın, zamanı geldiğinde.


Begbie..*

Tekil Şahsın Getirdikleri.

Mutlusundur. Bunun için kendini inandırma gibi bir girişime girmene de gerek yoktur çoğu zaman.
Yapacak çok şey varken her zaman az gelir gözüne. Ertelemeye başlarsın gittikçe bir çok şeyi.
Zamanla daha çok arkadaş(!)ın olur etrafında.. Bi' an olsun yalnız kalma fikri aklına gelmez.
Dönem dönem kendini kabuğuna çekilmiş bir kaplumbağa gibi hissetmek istersin. Daha çok uzaklaşırsın etraftan, insanlardan. Soyut şeylere yakınlık duyarsın. Bir zamanlar elinden hiç düşmeyen telefonuna uzak, dinlemeye zaman bulamadığın iPod'una daha da yakınlaşırsın. Anlamları "biz" olan şarkılar anlamsız, "ben" olanların ise genel olarak belli bir anlamları vardır. Öteye geçemedikleri..
İlişkilerde ise iş başka türlü bi boyuttadır artık. İkinci bir şahısla "biz" durumlarında önünde durduğun tatminli cinsel istekler, tekil şahıs evresinde belki bir mutasyonun etkisinde kalarak daha çok sapıtma duygusunu ortaya çıkarabilmekle beraber, cümleleri daha fazla uzatma etkisi yaratabilmektedir.
Dişiler için, bütün erkekler onlarınmış gibi davranmak farz olur, erkekler içinse bütün kadınlar..
Bi' sonuca ulaşamazsın sonunda. Tekil şahsın rahatlığına da alışmışsındır zaten.
İyi yönünden bakarsan -boş bir anının geçmemesi için belkide- fazla da kitap okumuş olursun. Karakterleri daha çok kendine benzetmeye, bir çok yeni özelliğinin farkına varmaya çalışırsın. 09' model çamaşır makinesi bile olabilirsin bir çok zaman, kirli çamaşırları arındırmaya programlı.
Yediğin yemekten, içtiğin kahveye kadar devam eder bu. Tatlılara, son lokmanın ağzında bırakacağı o eşsiz tadı alma amacıyla başlarsın ya da çoğu zaman sadece endorfin hormonunu tatminsizlikten kurtarmak için.
Bense, sanırım uzun bir zaman sevgili endorfinimi tatminsizlik durumundan çekip çıkararak, kendimi bu anhedoniadan kurtarabilecek gibi durmuyorum.


Begbie..*


31 Ocak 2009 Cumartesi

.it's my philosophy

Amipli dizanteri misali insanlar var etrafta.. Sasirmamak elde degil. Karismamak ise pek mümkün..

Sikilganlik hat safhada. Patlamaya hazir bir bomba gibi.. Bir ic gicikligi, ic sikilmasi, ic kasilmasi..

Hayatina yön verememek bu olsa gerek. Kafa karisikligi.. Kafanin nedenlerle s*kilme durumu.. E daha ne olsun. Tanidik bir sesin de söyledigi gibi;

" ..ve nedenler hiç rahatlatmiyor. "

....

Zaaflarimiz.. Bizleri korkutan seylerin basinda gelmeli aslinda.. Tabi ki kimse sonradan pisman olacagi seyler yapmak istemez. Ama zaaflar.. Devreye girdiklerinde neyin nasil olacagini hic mi hic bilemeyiz.. Degil mi ? Sinir bozucu olsa gerek. Çift tarali birsey aslinda. Kafam acidi.

....

Tekrarlar..


[Nevrotik.]